2013’ten 2024’e Boylamsal Türkiye’nin Refah Yolculuğu
Son on yılda ülkemizin ekonomik ve sosyal dönüşümünü yakından takip ederken, OECD’nin How’s Life? raporları bana önemli bir rehber oldu. 2013’ten 2024’e kadar geçen süreçte istihdam, gelir dağılımı, eğitim, sağlık, çevre, toplumsal güven ve siyasi katılım alanlarında yaşanan değişimleri incelediğimde, “büyüme”nin tek başına gelişmeyi garantilemediğini fark ettim. Gerçek kalkınma, yalnızca ekonomik göstergelerle değil, çok boyutlu bir bakış açısıyla mümkün hale geliyor.
Ekonomik Büyüme ve Sosyal Dönüşüm
2013 yılında istihdam oranımız %48 seviyesindeyken, haftada 50 saatten fazla çalışanların oranının %45 oluşu ilk dikkatimi çeken noktalardan biriydi. Bu kadar uzun mesailer, çoğu insanın refahının artmadığı bir tabloya işaret ediyordu. 2015’e geldiğimizde istihdam oranı %51’e çıkmıştı ama kadın istihdamındaki düşüklük ve genel iş güvencesizliği sorunu hâlâ devam ediyordu. 2017’de istihdam oranının %52’ye yükselmesi ve haftada 50 saatten fazla çalışanların oranında azalma, yüzeysel olarak olumlu görünse de genç işsizlikteki çift haneli rakamlar beni endişelendirdi. Pandemi dönemi (2020) bu tabloyu daha da karmaşıklaştırdı; özellikle hizmet sektöründe artan işsizlik, dar ve orta gelirli kesimleri daha kırılgan hale getirdi. 2024’e geldiğimiz noktada ise reel ücretlerin enflasyon karşısında eridiğini, geçim şartlarının ağırlaştığını gözlemliyorum.
Gelir dağılımı tarafında da benzer bir dengesizlik dikkati çekiyor. 2013-2015 arasında hane gelirlerinde görülen kısmi artışa rağmen, Gini katsayısının 0.41 seviyelerinde olması, servetin adil bölüşülmediği anlamına geliyordu. 2017’de en zengin %10’un toplam servetin %50’sine sahip olduğunu görünce, ekonomik büyümeden kimin gerçek anlamda faydalandığını daha çok sorgulamaya başladım. 2020 ve sonrasında yükselen enflasyon bu eşitsizliği daha da pekiştirdi. 2024’te barınma, gıda ve temel ihtiyaçların bile pek çok kişi için hayli zorlaştığını gözlemliyorum.
Eğitim alanında ise 2013’ten beri lise ve üniversite mezunlarının sayısı artsa da, PISA sonuçları eğitim kalitesinde gerileme olduğunu ortaya koyuyor. Özellikle dijital becerilerin ve temel bilişsel yetkinliklerin gelişmemesi, gençlerin iş gücü piyasasında zorlanmasına neden oluyor. Bana göre bu tablo, eğitimdeki niceliksel artışın nitelikle desteklenmediği anlamına geliyor.
Sağlık, Çevre ve Toplumsal Yaşam
Sağlık göstergelerinde 2013-2015 arası yaşam süresinin artışı beni başlangıçta sevindirdi. Ancak büyük şehirlerdeki hava kirliliği ve plansız kentleşme gibi etkenlerin uzun vadede halk sağlığını tehdit ettiğini gördüm. 2017’de sağlık altyapısındaki iyileşmeler olumlu bir adım olsa da, PM2.5 değerlerinin %12 artması, çevre faktörünün ihmâl edilmemesi gerektiğini bana hatırlattı. 2024 itibarıyla çevresel verilerin daha da kötüleştiğini üzülerek gözlemliyorum. Karbon salınımının yüksek seyretmesi, su kalitesindeki düşüş ve yetersiz önlemler, ülkemizin sürdürülebilirlik konusunda geri adım attığını düşündürüyor. Daha temiz bir çevrede yaşamak, uzun vadede hem ekonomik hem de sosyal maliyetleri düşürme potansiyeli taşıyor. Bu nedenle, sağlık ve çevre politikalarının entegre bir şekilde ele alınması gerektiğine inanıyorum.
Toplumsal Güven ve Siyasi Katılım
Tüm bu alanlardaki verileri değerlendirirken, toplumsal güven ve siyasi katılımın aslında her şeyin temelini oluşturduğunu fark ettim. 2013-2015 arasında seçmen katılımının yüksekliği, insanların sandığa giderek sesini duyurma çabasını gösteriyordu. Ancak bu dönemde dahi, hükümet kararlarına doğrudan etki edebildiklerine dair inancın düşük olması kafamı kurcalıyordu. 2017’de seçmen katılımı yüksek seyretse de, hükümete duyulan güvenin %50’lerden %40’lara gerilemesi, ekonomideki belirsizliklerle ve gelir dağılımındaki bozulmalarla açıklanabilir. Sonraki yıllarda kutuplaşmanın derinleşmesi, farklı kesimler arasında diyalog ve dayanışma kültürünü zayıflattı. 2024’e yaklaşırken görüyorum ki ekonomik ve sosyal risklerin yoğunlaştığı bu dönemde, insanlarda yalnızca hükümete karşı değil, birbirlerine karşı da güvensizlik artıyor.
Bana göre bu tablo, kolektif dayanışma ve katılımcı demokrasi ihtiyacını daha da belirgin hale getiriyor. Sadece seçim dönemleriyle sınırlı kalmayan, gündelik kararlara da halkın katılabildiği şeffaf ve kapsayıcı yönetim mekanizmaları, güvenin yeniden inşasında büyük önem taşıyor. Sivil toplumun ve yerel inisiyatiflerin güçlendirilmesi, farklı görüşlerin bir arada çalışabileceği platformların oluşturulması ve çeşitliliği kucaklayan politikaların benimsenmesi, bu güvensizlik döngüsünü kırmakta etkili olabilir.
Son Söz: Gerçek Gelişmeye Giden Yol
2013’ten bu yana yaşadığımız dönüşüm, bana ekonomik büyümenin “gelişme”yle aynı şey olmadığını gösterdi. İstihdamdaki artış, eğitimdeki diploma sayısının yükselmesi veya sağlık altyapısının güçlenmesi tek başına yeterli değil. Gelir eşitsizliği, çevre kirliliği ve toplumsal güven eksikliği gibi temel sorunlar çözülmeden, sürdürülebilir bir refahtan söz etmek mümkün görünmüyor. Ben, geleceğe yönelik umutlarımı ancak kolektif bilincin ve katılımcı demokrasi anlayışının toplumun her kesimine yayılmasıyla koruyabiliyorum. Çünkü ekonomik ve sosyal sorunlar, birbirimizle kurduğumuz ilişkilerde, ortak değerlere ve ortak amaçlara sahip olmayı zorunlu kılıyor. Refahı yalnızca nicel büyümeyle değil, dayanışma, eşitlik ve çevre duyarlılığı gibi insani değerlerle ele almak, bana göre Türkiye’nin asıl önceliği olmalı.
Önümüzdeki dönemde, büyümeyi sürdürürken gelişmeyi de eş zamanlı destekleyecek, toplumsal faydayı merkezine alan politikaların hayata geçirilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu çerçevede, hem kamusal yönetimde hem de sivil toplumda daha şeffaf, kapsayıcı ve kolektif yaklaşımlara ihtiyacımız var. Çünkü nihayetinde, “nereden nereye geldik” sorusunun tatmin edici yanıtı, rakamlardan çok insanların birbirine ve geleceğe duyduğu güvenin seviyesinde gizli.
Kaynaklar:
Aşkun, V., Çi̇zel, R., & Ajanovi̇c, E. (2023). Comparative Analysis of Social Policy Studies. Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 21(4), 93-112. https://doi.org/10.18026/cbayarsos.1278360
Aşkun, V. (2024). Yapay Zekâ ve Otomasyon Çağında Eşitlik ve Refah: Daron Acemoğlu’nun Görüşlerine Dayalı Bir İnceleme. Bozok Sosyal Bilimler Dergisi, 3(2), 137-160.
Çi̇zel, R., Aşkun, V., Durmaz, Ş., Yağmur, A., & Gürsoy, S. (2023). Ne eğitimde ne istihdamda (NEET) olma ile ilişkili faktörlerin OECD bağlantılı ülkelerde karşılaştırmalı analizi: Bulanık küme nitel karşılaştırmalı analiz (fsqca). Sosyoekonomi, 31(57), 437-475. https://doi.org/10.17233/sosyoekonomi.2023.03.21
OECD (2013), How’s Life? 2013: Measuring Well-being, OECD Publishing, Paris, https://doi.org/10.1787/9789264201392-en.
OECD (2015), How’s Life? 2015: Measuring Well-being, OECD Publishing, Paris, https://doi.org/10.1787/how_life-2015-en.
OECD (2017), How’s Life? 2017: Measuring Well-being, OECD Publishing, Paris, https://doi.org/10.1787/how_life-2017-en.
OECD (2020), How’s Life? 2020: Measuring Well-being, OECD Publishing, Paris, https://doi.org/10.1787/9870c393-en.
OECD (2024), How’s Life? 2024: Well-being and Resilience in Times of Crisis, OECD Publishing, Paris, https://doi.org/10.1787/90ba854a-en.
Buralarda Paylaş
Yorum gönder