Dünya ve Türkiye’deki Riskler Karşısında Bizler!
Dünya hızla değişiyor ve bu değişim, beraberinde belirsizlikleri ve büyük riskleri getiriyor. Son yıllarda birbiri ardına yaşanan pandemiler, ekonomik krizler ve jeopolitik gerilimler, küresel sistemin ne kadar kırılgan olabileceğini gösterirken peki küresel ölçekte karşı karşıya olduğumuz en büyük tehditler neler? İklim krizinden teknolojiye, siyasetten toplumsal hareketlere kadar pek çok alanda riskler yükseliyor. Türkiye özelinde ise enflasyon baskısından göç dalgalarına, ekonomik durgunluktan toplumsal gerilimlere uzanan kendine özgü riskler söz konusu. Bu yazıda, hem dünyada öne çıkan riskleri hem de Türkiye’nin karşılaştığı tehditleri detaylıca ele alacak; ardından bireylerin bu karmaşık risk ortamında kendi refahlarını korumak için atabileceği adımları ele alacağım
Küresel Riskler ve Etkileri
Kısa Vadeli Tehditler: Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Risk Raporu gibi kaynaklar, önümüzdeki birkaç yıl için öne çıkan risklerin ekonomik ve toplumsal alanda yoğunlaştığını gösteriyor. Kısa vadede dünya genelinde en çok hissedilen tehditler arasında ekonomik belirsizlikler ve finansal dalgalanmalar başı çekiyor. Pandemi sonrası toparlanma sürecinde yaşanan tedarik zinciri sorunları, enerji fiyatlarındaki artış ve devam eden bölgesel çatışmalar (örneğin Ukrayna’daki savaş) tüm dünyada enflasyonu tetikleyerek bir yaşam maliyeti krizine yol açtı. Bu ekonomik türbülans ortamında dezenformasyonun yayılması da ayrı bir endişe kaynağı: sosyal medyada ve dijital platformlarda hızla dolaşıma giren yanlış bilgiler, toplumlarda kafa karışıklığı ve güvensizlik yaratıyor. Bilgi kirliliği ve kutuplaştırıcı söylemler, pek çok ülkede toplumdaki ayrışmayı derinleştirerek ortak sorunlara karşı birlik içinde hareket etmeyi zorlaştırıyor. Sonuç olarak, kısa vadede ekonomik kırılganlıklar ile toplumsal gerilimler iç içe geçmiş durumda ve birbirini besleyerek küresel istikrarı tehdit ediyor.
Uzun Vadeli Tehditler: Kısa vadede günlük hayatı sarsan finansal ve siyasi risklerin yanı sıra, ufukta beliren daha yapısal ve kalıcı tehditler de var. Uzun vadede dünyanın en büyük meydan okumaları iklim ve çevre ekseninde yoğunlaşıyor. İklim değişikliği, belki de insanlığın karşılaştığı en kapsamlı risk olarak değerlendiriliyor: Küresel sıcaklık artışının getirdiği aşırı hava olayları, kuraklıklar ve seller tarım üretimini olumsuz etkiliyor, milyonlarca insanı zorunlu göçe zorlama potansiyeli taşıyor. Ekosistem çöküşü ve biyolojik çeşitlilik kaybı, sadece doğa severleri ilgilendiren bir konu değil; balıkçılıktan arıcılığa, ilaç geliştirmeden turizme kadar pek çok sektör, doğal ekosistemlerin sağlığına bağımlı. Eğer ekosistemler çökerse, bunun ekonomik ve toplumsal yansımaları da yıkıcı olacaktır. Bir diğer uzun vadeli risk ise stratejik kaynak kıtlığı. Dünyanın nüfusu ve tüketimi arttıkça temiz su, verimli toprak, enerji ve nadir bulunan madenler gibi kritik kaynaklara erişim zorlaşıyor. Örneğin, su kıtlığı Orta Doğu ve Afrika’da zaten hissedilirken, ileride gıda güvenliğini ve uluslararası ilişkileri belirleyen önemli bir faktör haline gelebilir. Tüm bu yapısal riskler, bugünden aksiyon alınmadığı takdirde gelecek nesilleri etkileyecek derinlikte sorunlar yaratabilir.
Türkiye Özelinde Riskler
Türkiye, küresel risklere ek olarak kendi sosyoekonomik dinamiklerinden kaynaklanan ciddi risklerle karşı karşıya. Bunların başında enflasyon ve ekonomik durgunluk geliyor. Son yıllarda yüksek enflasyon, Türkiye’de gündelik hayatın bir gerçeği haline geldi. Örneğin 2022 yılında enflasyon oranı %80’leri aşarak rekor kırdı; her ne kadar son dönemde kısmen düşse de fiyat istikrarsızlığı hâlâ halkın alım gücünü zayıflatıyor. Enflasyonist ortam, maaşların erimesine ve tasarrufların değer kaybetmesine yol açarak geniş kitleleri geçim sıkıntısıyla karşı karşıya bırakıyor. Diğer yandan ekonomik büyüme hızının yavaşlaması ve durgunluk işaretleri de bir diğer kritik sorun. İşsizlik oranları özellikle genç nüfus arasında yüksek seyrediyor; iş bulabilenler için bile ücretler çoğu zaman hayat pahalılığı karşısında yetersiz kalıyor. Ekonomik durgunluk ve yüksek enflasyon ikilisi, stagflasyon adı verilen kısır döngüyü andırarak Türkiye ekonomisinin geleceği için endişe yaratıyor. Bu ekonomik riskler yalnızca finansal istikrarı değil, toplumsal istikrarı da etkiliyor: yüksek enflasyon ve işsizliğin devam etmesi, gelir dağılımının bozulmasına, orta sınıfın erimesine ve yaygın yoksulluğa zemin hazırlıyor.
Türkiye için bir diğer büyük risk de zorunlu göç ve demografik değişimler. Coğrafi konumu gereği Türkiye, çevresindeki krizlerin etkisini doğrudan hissediyor ve uzun süredir büyük bir sığınmacı nüfusuna ev sahipliği yapıyor. Suriye’deki iç savaş sonucunda milyonlarca Suriyeli sığınmacı Türkiye’ye geldi ve bu insanlar uzun yıllardır burada hayatlarını sürdürüyor. Son dönemde Afganistan, Orta Doğu ve Afrika kaynaklı yeni göç dalgaları olasılığı da gündemde. Zorunlu göç olgusu, Türkiye’nin demografik yapısını değiştirirken ekonomik ve sosyal sistemine de ciddi bir yük bindiriyor. Bir yandan insani bir kriz olan bu durum karşısında barınma, eğitim, sağlık gibi alanlarda sığınmacılara destek olmak gerekiyor; diğer yandan yerel halk ile mülteciler arasında zaman zaman tansiyon yükselebiliyor. Toplumsal kutuplaşma riskinin Türkiye özelinde bir boyutu da göç konusundaki tartışmalar: ekonomik sıkıntıların arttığı dönemlerde sığınmacılar günah keçisi ilan edilebiliyor, bu da sosyal uyumu zedeliyor. Ayrıca büyük kentlere doğru yaşanan iç göç ve kentsel nüfus patlaması da altyapıdan konut piyasasına birçok konuda baskı yaratıyor. Zorunlu göç ve nüfus hareketlilikleri, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda da kırılgan noktalarından biri olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Bunlara ek olarak, derinleşen yoksulluk ve işgücü eksikliği de Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek kritik riskler arasında. Yüksek enflasyon ve işsizlik birleşimi, toplumun en kırılgan kesimlerini daha da zorluyor; yoksulluk sınırının altında yaşayan nüfusun artması sosyal yardımlara olan ihtiyacı büyütüyor ve toplumsal huzursuzluk riskini yükseltiyor. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, zengin ile yoksul arasındaki uçurumu derinleştirirken, ekonomik fırsat eşitsizliği özellikle gençlerde geleceğe dair umutsuzluk yaratabiliyor.
Diğer taraftan, Türkiye’de son yıllarda artan beyin göçü ve nitelikli işgücü kaybı da dikkat çekiyor. Daha iyi ekonomik imkanlar veya güvenli bir gelecek arayışıyla yurtdışına giden genç ve eğitimli nüfus, ülke içinde bazı sektörlerde kalifiye eleman açığı oluşmasına yol açıyor. Örneğin sağlık sektöründe doktorlar, mühendisler ve yazılım uzmanları arasında yurt dışına göç etme eğilimi son yıllarda belirgin şekilde arttı. Nitelikli işgücünün azalması, uzun vadede Türkiye’nin rekabet gücünü ve inovasyon kapasitesini olumsuz etkileyebilecek bir risk. Ayrıca, enerji ve gıda gibi stratejik alanlarda dışa bağımlılık da Türkiye’nin önemli kırılganlıklarından biri. Küresel enerji fiyatlarındaki ani bir yükseliş veya tedarik zincirindeki bir aksama, bu nedenle ülke içinde hemen hissedilebiliyor. Bütün bu riskler, önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve politik manzarasını şekillendirecek temel unsurlar olarak karşımızda duruyor.
Peki Bizler Neler Yapabiliriz?
Küresel ve ulusal ölçekte risklerin arttığı böyle bir dönemde, tamamen kontrol edemeyeceğimiz dış faktörler olsa da, kendi refahımızı korumak ve uyum sağlamak için atabileceğimiz adımlar var. Her birimiz, belirsizlikler karşısında proaktif davranarak risklerin etkisini azaltabiliriz. İşte bunun için bazı önerilerim;
Kişisel Finans Yönetimi: Yüksek enflasyon ortamında paranızın değerini korumak ve finansal güvenliğinizi sağlamak birinci öncelik olmalı. Bunun için öncelikle sağlam bir bütçe planlaması yapın: gelir ve giderlerinizi net bir şekilde hesaplayarak gereksiz harcamaları kısın. Bir acil durum fonu oluşturmak, ani ekonomik şoklara karşı sizi koruyacaktır. Ayrıca tasarruflarınızı tek bir enstrümanda tutmak yerine çeşitlendirmeye çalışın. Örneğin, birikimlerinizin bir kısmını enflasyona karşı daha dayanıklı olduğu bilinen yatırım araçlarına yönlendirebilirsiniz (altın veya ihtiyaçlarınıza uygun yatırım fonları gibi). Tabii yatırım yaparken riskleri iyi değerlendirmek ve mümkünse finansal danışmanlık almak da önemli. Kişisel finans okuryazarlığınızı artırarak enflasyonist dönemlerde paranızın alım gücünü koruma yollarını öğrenebilirsiniz. Ben gelirimi 10 birim olarak ele alırsam, bunun 5 birimi ile zorunlu olan ihtiyaçlarımı (kira, gıda vs.), 3 birimi ile eğlence, hobi gibi zorunlu olmayan ama ruhsal sağlığım için gerekli şeylere, 2 birimi ile de tasarruf yapıyorum. Ancak zaman zaman 3 birimlik bölümden de tasarruf oranımını arttıyorum. Siz de kendinize göre buna benzer bir metodu değerlendirebilirsiniz.
Mesleki Gelişim: Değişen dünya düzeninde, mesleki yetkinliklerinizi geliştirerek ve çeşitlendirerek iş güvencenizi artırmanız mümkün. Teknolojik gelişmeler pek çok sektörü dönüştürürken bazı mesleklerin önemi azalırken, yepyeni iş alanları ortaya çıkıyor. Bu yüzden öğrenmeyi hayat boyu süren bir süreç olarak görmek gerekiyor. Mevcut işinizde kendinizi güncel tutmak, yeni beceriler (örneğin dijital beceriler, veri analizi gibi) edinmek uzun vadede sizi iş piyasasında değerli kılar. Eğer imkanınız varsa online kurslar, sertifika programları veya atölyelere katılarak yetkinliklerinizi arttırın. Sadece teknik beceriler değil, aynı zamanda iletişim, problem çözme, uyum sağlama, dayanıklılık gibi “soft skills” denen beceriler de kriz dönemlerinde sizleri öne çıkaracak özelliklerdir. Mesleki gelişim ayrıca size farklı alanlara yönelme esnekliği de kazandırır; böylece belli bir sektörde daralma olursa başka bir alanda iş bulma şansınız artar. Kısacası, kendinize yaptığınız eğitim ve beceri yatırımı, belirsiz bir ekonomide sigortanız gibidir.
Sosyal Dayanışma: Büyük çaplı krizler karşısında bireysel çabaların yanı sıra sosyal dayanışma ağları da hayati önem taşır. Aile, arkadaşlar ve komşular gibi yakın çevrenizle güçlü bağlar kurmak, zor zamanlarda karşılıklı destek alıp vermeyi kolaylaştırır. Unutmayalım ki sosyal sermaye, yani güvendiğimiz ve bizi destekleyen insanların varlığı, maddi sermaye kadar değerli olabilir. Toplumsal kutuplaşmanın arttığı bir dönemde, farklı görüş ve kökenden insanlarla empati kurmak ve diyalog içinde olmak hem toplumsal barışı korur hem de ufkunuzu genişletir. Mahalle inisiyatifleri, sivil toplum kuruluşları veya gönüllü yardım organizasyonları içinde yer alarak hem başkalarına yardımcı olabilir hem de kendiniz için bir dayanışma ağı oluşturabilirsiniz. Örneğin, “Takas pazarı” gibi etkinlikler, fazla eşyanızı veya ürünlerinizi başkalarının ürettikleriyle takas etme imkânı sunar. Bu yöntem, nakit para harcamadan ihtiyaç gidermeyi kolaylaştırır ve topluluk hissini güçlendirir. Sosyal dayanışma, kriz anlarında paylaşma ve iş birliği kültürü yaratarak hem bireysel olarak daha güvende hissetmemizi sağlar hem de genel refahı artırır.
Psikolojik Dayanıklılık: Belirsizlikler ve kötü haber akışı insan psikolojisi üzerinde büyük bir yük yaratabilir. Bu nedenle, zihinsel sağlığımıza yatırım yapmak ve psikolojik dayanıklılık geliştirmek en az maddi hazırlıklar kadar önemli. Öncelikle, karşılaştığımız riskler konusunda bilinçli olmak fakat felaket senaryolarına sürekli odaklanmamak gerekiyor. Haberleri takip ederken bilgi kirliliğinden korunmak, doğrulanmış kaynaklara yönelmek ve gerektiğinde dijital molalar vermek zihnimizi rahatlatmaya yardımcı olabilir. Stres yönetimi için herkesin farklı yöntemleri olabilir: kimimiz spor yaparak, kimimiz meditasyon veya ibadet ederek, kimimiz ise hobilerimize zaman ayırarak rahatlarız. Size iyi gelen aktivitelere günlük yaşamınızda yer açın ve rutinler oluşturun. Ayrıca, sorunlar karşısında her şeyi tek başımıza çözmeye çalışmak yerine gerektiğinde profesyonel destek almaktan çekinmemeliyiz; psikolojik danışmanlık veya terapi, zorlu dönemlerde baş etme mekanizmaları geliştirmeniz için faydalı araçlar sunar. Uzun vadeli düşünmek de psikolojik dayanıklılığı artırır: yalnızca bugünün sıkıntılarına odaklanmak yerine, geleceğe dair umutlu planlar yapmak ve hedefler belirlemek motivasyonunuzu canlı tutar. Unutmayalım, dayanıklı olmak demek duygusuz veya umursamaz olmak değil; aksine duygularımızı yönetebilmek, esnek düşünebilmek ve değişime uyum sağlayabilmek demektir.
Tarımsal Yatırım ve Su Yönetimi Farkındalığı: İklim değişikliği ve su kıtlığı, dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de tarım ve hayvancılık sektörünü derinden etkiliyor. Son yıllarda kuraklık ve su kaynaklarının azalması, tarımsal üretimi olumsuz etkileyerek gıda fiyatlarında dalgalanmalara yol açabiliyor. Eğer maddi imkânınız veya ailenizden gelen bir arazi imkânı varsa tarımsal yatırım, orta-uzun vadede güvenilir bir seçenek haline gelebilir. Küçük bir bahçede bile yerel tarım uygulamaları veya seracılık yoluyla kendi gıdanızı kısmen üretmek, hem ekonomik açıdan faydalı hem de sağlıklı besine erişim açısından avantajlıdır. Permakültür ve organik tarım gibi sürdürülebilir yöntemler kullanmak, toprak verimliliğini korumaya yardımcı olur. Mutfak atıklarından kompost üretmek de doğal gübre elde etmenizi sağlayarak hem maliyetlerinizi azaltır hem de çevre dostu bir yaklaşım geliştirmenize olanak tanır. Su kullanımında verimlilik sağlamak – örneğin damla sulama yöntemleri veya yağmur suyu depolama sistemleri kurmak – ileride artması beklenen su kıtlığı riskine karşı güçlü bir önlem olur. Böylece kendi kendine yetebilme beceriniz gelişir, ekonomik dalgalanmalardan daha az etkilenir, sağlıklı gıdaya daha kolay erişebilirsiniz. Daha kapsamlı bir yatırım için ise tarımsal kooperatifler veya ilgili devlet desteklerini araştırmak, uzmanlarla görüşmek ve sürdürülebilir teknikleri (damla sulama, organik gübreleme vb.) öğrenmek önemlidir. Yerel veya kişisel ölçekte gerçekleşen bu girişimler, iklimle dost bir tarım yaklaşımı benimseyerek suyun verimli kullanımını sağlar ve geleceğin en stratejik konularından biri olan gıda güvenliğini bireysel düzeyde de destekler.
Tüketim Tercihlerini Gözden Geçirmek ve Enerji Verimliliği: Yüksek enflasyon ve kaynak kıtlığı çağında, tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirmek hem bütçe hem de çevre açısından kazançlıdır. Minimalizm veya sade yaşam felsefesini benimseyerek gerçekten ihtiyacınız olan ürünlere odaklanabilirsiniz; bu yaklaşım hem tasarruf etmenizi kolaylaştırır hem de kalabalıklaşmış yaşam alanlarınızı ferahlatır. Evde enerji tasarrufu yapmak – LED aydınlatma kullanmak, ev yalıtımını güçlendirmek veya ısıtma-soğutma sistemlerini verimli ayarlamak – faturaları düşürür. İmkanınız varsa güneş paneli ya da mini rüzgâr türbini gibi yenilenebilir enerji çözümlerine yatırım yapmak da uzun vadede enerji maliyetlerinizi azaltır. Kent yaşamında bile küçük balkon bahçeciliği veya saksılarda sebze yetiştirmek, gıda harcamalarınızı bir nebze hafifletirken size doğayla temas imkânı sunar.
Sonuç
Dünya belirsizliklerle dolu bir dönemden geçiyor ve bu riskler sadece hükümetleri veya şirketleri değil, bireyleri de doğrudan etkiliyor. Küresel riskler iklimden ekonomiye geniş bir yelpazede seyrederken, Türkiye de kendi içinde ekonomik ve sosyal sınavlardan geçiyor. Bu tablo ilk bakışta ürkütücü olsa da umutsuzluğa kapılmak yerine bilinçli ve hazırlıklı olmak gerekiyor. Hem dünyadaki gelişmeleri yakından takip ederek hem de kendi hayatımızda kontrol edebileceğimiz alanlara odaklanarak, belirsizliği bir nebze olsun azaltmamız mümkün. Bana göre bireysel düzeyde atılan her adım, örneğin finansal bilinç edinmek, yeni beceriler kazanmak, toplumsal dayanışmaya katkı vermek ve zihinsel dayanıklılığımızı güçlendirmek, bir araya geldiğinde daha dirençli bir toplum oluşturacaktır. Elbette ki tüm riskleri ortadan kaldırmak tek bir bireyin elinde değil; ancak günlük hayatımızda alacağımız akılcı önlemler ve uzun vadeli bir bakış açısı, fırtınalı havalarda bile kendi refah gemimizin rotada kalmasını sağlayabilir. Geleceğe dair belirsizlikleri tamamen yok etmek belki imkansız, ama doğru adımları atarak daha güvenli ve dirençli bir gelecek inşa etmek bizim elimizde.
Kaynaklar
WEF. (2022). The Global Risks Report 2022: 17th Edition. World Economic Forum.
WEF. (2023). The Global Risks Report 2023: 18th Edition. World Economic Forum.
WEF. (2024). The Global Risks Report 2024: 19th Edition. World Economic Forum.
WEF. (2025). The Global Risks Report 2025: 20th Edition. World Economic Forum.
Buralarda Paylaş
Yorum gönder