Türkiye’nin İnsana Yakışır İş Karnesi ve Büyüme Paradoksu
Türkiye ekonomisi, son yirmi yılda kaydettiği büyüme rakamları ve artan istihdam oranlarıyla sıkça gündeme geliyor. Ancak 2025 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’nun (SDR) yayınlanmasıyla birlikte, bu parlak tablonun ardındaki gerçeklerle yüzleşme zamanı geldi. Rapor, Türkiye’nin “İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme” (SDR 8) hedefinde “önemli zorluklarla” karşı karşıya olduğunu ve bu alandaki ilerlemenin “durgun” bir seyir izlediğini net bir şekilde ortaya koyuyor.
Peki bu ne anlama geliyor? Kısacası, iş yaratıyoruz ama bu işlerin kalitesi ve sunduğu yaşam standardı ciddi şekilde sorgulanmalı. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) tanımıyla “insana yakışır iş”, sadece bir maaştan ibaret değildir. Güvenceli bir gelecek, adil bir gelir, sosyal koruma, fırsat eşitliği ve iş yerinde söz hakkı demektir. Türkiye’nin büyüme hikayesi, bu temel unsurları ne kadar barındırıyor? Raporun verileri, büyümenin kalitesini acilen masaya yatırmamız gerektiğini gösteriyor.
Büyüme Paradoksu: İş Var Ama Nasıl İş?
Türkiye, son yıllarda istihdam yaratma konusunda önemli adımlar attı. Ancak bu büyümenin niteliği, verimlilik artışı ve teknolojik yenilikten ziyade, genellikle devlet teşvikleriyle desteklenen hizmet ve inşaat gibi sektörlere dayanıyor. Bu durum, nicelik olarak artan işlerin nitelik olarak zayıf kalmasına neden oluyor. Sonuç? Çalışanların önemli bir kısmının asgari ücret veya biraz üzerinde bir gelirle yaşam mücadelesi verdiği bir “çalışan yoksulluğu” gerçeği. Bu, Türkiye’nin en temel ekonomik ve sosyal açmazlarından birini oluşturuyor: Büyüyoruz, ama bu refahı adil ve güvenceli bir şekilde paylaşamıyoruz.
Bu durgunluğun ve zorlukların arkasında, birbiriyle iç içe geçmiş üç yapısal sorun yatıyor:
1. Kayıt Dışı Ekonominin Gölgesi: Türkiye’de kayıt dışılık, sadece merdiven altı işletmelerden ibaret değil. Daha yaygın ve sinsi olanı, resmi işletmelerde çalışan ancak sosyal güvencesi olmayan “kayıt dışı istihdam”. Tarım ve inşaat gibi sektörlerde, özellikle kadınlar, gençler ve göçmenler arasında bu durum endişe verici boyutlarda. Sosyal güvenceden (emeklilik, sağlık sigortası) yoksun olmak, çalışanları ve ailelerini geleceğe karşı savunmasız bırakıyor. Bu durum aynı zamanda vergi gelirlerini aşındırarak devletin sosyal harcamalar yapma kapasitesini kısıtlıyor ve adil rekabeti baltalıyor.
2. Eşitsizliğin Derin Uçurumu: Türkiye’nin insana yakışır iş karnesindeki en zayıf notlardan biri, derin ve katmanlı eşitsizlikler.
- Cinsiyet Eşitsizliği: Kadınların iş gücüne katılım oranı, OECD ortalamasının çok altında. Kadınlar, erkeklere oranla dört kat daha fazla ücretsiz ev içi ve bakım emeği harcıyor bu da onların ekonomik hayata tam katılımının önündeki en büyük engellerden biri. Bu sadece bir sosyal adalet sorunu değil, aynı zamanda büyük bir ekonomik kayıp. IMF’ye göre, Türkiye’deki tüm ekonomik cinsiyet eşitsizliklerinin kapatılması, GSYH’yi yaklaşık %25 oranında artırma potansiyeline sahip.
- Gelir ve Servet Eşitsizliği: Rakamlar çarpıcı. En zengin %10’luk kesim, ülkedeki toplam servetin %68’ini kontrol ederken, en yoksul %50’lik kesim sadece %2.6’sına sahip. Bu durum, sosyal hareketliliği neredeyse imkansız hale getiriyor ve “çok çalışarak bir yerlere gelme” umudunu yok ediyor. Sonuç olarak, yetenekli gençler ve nitelikli profesyoneller, daha iyi bir gelecek için yurtdışına gitmeyi tercih ediyor ve ülke ciddi bir beyin göçüyle karşı karşıya kalıyor.
3. Kurumsal Güvenin Erozyonu: “Kurumlar”, bir toplumun oyun kurallarıdır: adalet sistemi, mülkiyet haklarının güvencesi, yolsuzlukla mücadele gibi. Bu kurallar zayıf ve öngörülemez olduğunda, ekonomik ortam belirsizleşir. Yatırımcılar, hem yerli hem de yabancı, uzun vadeli ve verimli yatırımlar yapmak yerine kısa vadeli kazançlara yönelir. Hatta araştırmalar, Türk firmalarının bile daha iyi kurumsal kaliteye sahip ülkelere yatırım yapma eğiliminde olduğunu gösteriyor. Bu durum, kaynakların verimli ve yenilikçi alanlar yerine, inşaat gibi verimsiz sektörlere akmasına neden olarak düşük kaliteli büyüme döngüsünü pekiştiriyor.
Sonuç: Kapsayıcı Bir Gelecek Mümkün mü?
Türkiye’nin önündeki meydan okuma, sadece daha fazla iş yaratmak değil, insana yakışır işler yaratmaktır. Bu, mevcut büyüme modelinde köklü bir paradigma değişikliği gerektiriyor. Yol haritası belli:
Kayıt dışılıkla etkin mücadele, kadınların ekonomik hayata tam katılımını sağlayacak politikalar (erişilebilir kreş ve bakım hizmetleri gibi), vergi adaletiyle desteklenen daha adil bir gelir dağılımı ve her şeyden önemlisi, hukukun üstünlüğüne dayalı, şeffaf ve hesap verebilir kurumların yeniden inşası.
Bu yol zorlu ve uzun. Ancak 2025 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’nun da altını çizdiği gibi tüm vatandaşlarına güvenceli ve onurlu bir yaşam sunan bir ekonomi inşa etmek, sürdürülebilir refahın tek anahtarıdır. Rakamların ötesine geçip, büyümenin her bir bireyin hayatına dokunduğu bir Türkiye’yi hedeflemek, bir tercih değil, bir zorunluluktur.
Kaynaklar
OECD (2025), OECD Economic Surveys: Türkiye 2025, OECD Publishing, Paris, https://doi.org/10.1787/d01c660f-en.
Sachs, J.D., Lafortune, G., Fuller, G., Iablonovski, G. (2025). Financing Sustainable Development to 2030
and Mid-Century. Sustainable Development Report 2025. Dublin: Dublin University Press. https://doi.org/10.25546/111909
Not: Türkiye, Sürdürülebilir Kalkınma Raporu 2025’e göre 167 ülke arasında 73. sırada yer alıyor.

Buralarda Paylaş
Yorum gönder