Gelecek 10 Yılda Sosyal Bilim Metodolojileri için Yönergeler ve Öneriler

Gelecek 10 Yılda Sosyal Bilim Metodolojileri için Yönergeler ve Öneriler

Benim için sosyal bilimlerin en heyecan verici yönü, değişen teknolojilerle birlikte her geçen gün yepyeni ufuklar açabilmesi. Özellikle veri kaynakları, deney tasarımları, mekânsal analiz ve yapay zekâ alanlarında gözlemlediğim hızlı gelişmeler, hem araştırmacılar hem de uygulayıcılar için büyük fırsatlar sunuyor. Bu yazımda; veri toplama yöntemlerindeki dönüşüm, yeni deney tasarımları, nedensellik analizi, mekânın insan davranışları üzerindeki etkisi, yapay zekânın araştırma süreçlerine entegrasyonu, sensör ve uygulamaların yükselişi ve sonunda da veri koruma meselesinin ne kadar kritik hâle geldiğinden bahsedeceğim. Hepsine kendi bakış açımla, yani bir araştırmacının gözünden ve aynı zamanda meraklı bir gözlemci olarak yaklaşıyorum.

1. Yeni Veri Kaynakları: Giderek Değişen Anket Dünyası

Geleneksel yöntemlerle yürütülen anketlerde cevap oranlarının hızla düşmesi, araştırmacıları yeni arayışlara yönlendiriyor. Olasılık esasına dayanmayan “online opt-in1” paneller bu nedenle daha cazip bir seçenek olarak gündeme gelse de bu yöntemlerle toplanan verilerin temsiliyetini sağlamak kolay değil. Araştırmacılar, genellikle “kalibrasyon ağırlıklandırması2” gibi düzeltme tekniklerinin yanı sıra idari verilerden yararlanarak bu verilerin kalitesini artırmaya çalışıyor. Yine de geleneksel ve yeni yöntemler arasındaki dengeyi tutturmak, günümüz araştırmacıları için hiç olmadığı kadar kritik hale gelmiş durumda.
Uzaktan Algılama ve İdari Veriler: Günümüzde uydu görüntüleri, sosyal medya üzerinden toplanan “dijital iz” verileri ve nüfus kayıtları gibi idari kaynaklar, sosyal bilimlerin elini ciddi anlamda güçlendiriyor. Örneğin, bir mahalledeki altyapı sorunlarını veya nüfusun ne kadar sıkışık bir alanda yaşadığını uzaktan algılama teknolojileriyle neredeyse anlık olarak tespit edebiliyoruz. Bu teknikler sayesinde, klasik anket yöntemlerinin her zaman erişemediği büyük resme ulaşmak mümkün olabiliyor. Burada önemli olan, farklı veri türlerini bir araya getirirken ne kadar güvenilir ve güncel olduklarını göz önünde bulundurmak; aksi takdirde elde edeceğimiz sonuçlar yanıltıcı olabiliyor.
Veri Kalitesi ve Etik: Yeni veri kaynaklarının bu kadar popüler hale gelmesi, akıllara ilk olarak şu soruyu getiriyor: “Bu veriler ne kadar doğru, ne kadar güvenilir?” İşte bu noktada, hangi kaynaktan gelirse gelsin verideki hata payının açıkça ortaya konması, toplumsal güven açısından büyük önem taşıyor. Özellikle dijital iz verilerinde çoğu zaman katılımcıların haberdar olmadığı ya da bilgilendirilmediği bir veri toplama süreci söz konusu. Bu yüzden, bilgilendirilmiş onam ve benzeri etik çerçevelerin geliştirilmesi, verinin kaynağı ne olursa olsun araştırmacıların önceliği olmalı. Bilim dünyası da özellikle bu konuya vurgu yaparak, hem yasal düzenlemeler hem de araştırma etiği standartlarının çok daha sıkı bir şekilde uygulanması gerektiğinin altı çizilmektedir.

Neticede, değişen veri ekosisteminde ayakta kalabilmenin yolu, anket yöntemlerimizi çağa uyarlamak ve farklı veri kaynaklarından en verimli şekilde yararlanırken etik kurallara sıkı sıkıya bağlı kalmaktan geçiyor. Bu, sadece sosyal bilimler için değil, aynı zamanda üretilen bilginin kalitesini ve güvenilirliğini önemseyen herkes için hayati bir konu.

2. Yeni Çalışma (Deney) Tasarımları

Sosyal ve davranış bilimlerinde, deney tasarımları her geçen gün daha yenilikçi ve çok boyutlu bir hâl alıyor. Özellikle teknoloji ve yapay zekâ desteğinin artmasıyla, klasik yöntemlerin ötesine geçen araştırma çerçeveleri karşımıza çıkıyor. Bu bölümde, son dönemde sıkça gündeme gelen üç başlık üzerinde duracağım: uyarlanabilir müdahaleler, “megastudy” yaklaşımı ve yapay zekâ–insan etkileşimli deneyler.
Uyarlanabilir Müdahaleler: Örneğin bir sağlık programı, terapi veya eğitim uyguladığınızı düşünün. Her bir katılımcının ihtiyacı aynı olmayabilir; hatta zaman içinde dahi farklılaşabilir. İşte “uyarlanabilir müdahaleler” tam da bu noktada devreye giriyor. Mikro-Randomize (kısa aralıklarla dijital olarak uygulanan) ve Sekansiyel Çoklu Atanmış (daha uzun aralıklı ve yüz yüze) olmak üzere iki temel çerçeve, kişiye özgü etkileşim tasarlamayı mümkün kılıyor. Bu çerçeveler sayesinde, katılımcıya ilk müdahale işe yaramadığında hemen alternatif bir yöntem denenebiliyor veya olumlu yönde bir ilerleme göründüğünde müdahale sıklığı azaltılabiliyor. Böylece, toptan bir program yerine, giderek özelleştirilmiş bir destek sistemi yaratmak mümkün oluyor. Özellikle sağlıklı yaşam, beslenme ya da stres yönetimi gibi uzun soluklu takip gerektiren konularda bu yöntemin oldukça başarılı sonuçlar verdiğine dair veriler artıyor.
Megastudy Yaklaşımı: Megastudy, büyük bir şemsiye altında, birbirinden bağımsız onlarca alt deneyi aynı popülasyonda eşzamanlı olarak yürütmeyi amaçlayan yenilikçi bir yöntem. Örneğin spor salonuna gitme alışkanlığını artırmak için “dürtü” stratejileri mi araştırıyorsunuz? Bir grup katılımcıya finansal teşvik sunarken başka bir gruba sosyal onay mesajları gönderebilir, bir diğerine ise hatırlatma bildirimleri yollayabilirsiniz. Bu sayede, hangi müdahalenin veya mesajın hangi durumda daha etkili olduğu kolayca karşılaştırılabilir. Avantajı oldukça büyük, klasik yöntemlerde farklı deneyler farklı popülasyonlarda yürütülür ve bulguları doğrudan kıyaslamak zorlaşır. Megastudy yaklaşımı ise aynı çatı altında her alt deneyi paralel yürüttüğü için, elde edilen sonuçlar daha tutarlı ve kıyaslaması daha kolay hâle gelir.
Yapay Zekâ–İnsan Etkileşimli Deneyler: Deney kurgusuna artık “insan dışı” bir aktör olarak yapay zekâ da dâhil olabiliyor. Örneğin yapay zekâ destekli sohbet robotları, katılımcılara anlık bildirimler veya sorular yöneltebiliyor; katılımcıların cevaplarına göre tepki veriyor. Bu dinamik etkileşim, hem büyük bir hız kazandırıyor hem de deneyin standardizasyonunu kolaylaştırıyor. Çünkü yapay zekâ, deney protokolüne sadık kalarak, aynı soruları tekrar tekrar aynı üslupla sorabiliyor. Bu tür deneylerin sunduğu en önemli fırsatlardan biri, gerçek zamanlı veri toplama ve anlık geri bildirim döngüsü. Ayrıca yapay zekâ, katılımcıların “gerçek” deneylerde çeşitli nedenlerle çekinebileceği soruları sorma imkânı da sağlayabiliyor. Diğer yandan, yapay zekâ modelinin önyargı (bias) barındırmaması ve etik prensiplere uygun tasarlanması da kritik önem taşıyor.

Uyarlanabilir müdahaleler, megastudy yaklaşımı ve yapay zekâ–insan etkileşimli deneyler, sosyal bilimlerin metodolojik ufkunu genişleten, birbirini tamamlayan yenilikler olarak öne çıkıyor. Her biri, araştırmacılara daha derinlemesine içgörüler sağlarken, katılımcılara da kendileriyle daha bütüncül ve etkili şekilde ilgilenildiğini hissettirebiliyor. Sosyal bilimlerdeki geleceğin, bu tür çok boyutlu ve teknoloji destekli tasarımlarla şekilleneceği oldukça açık.

3. Nedensellik ve İleri İstatistiksel Yöntemler

Sosyal bilimlerde neden–sonuç ilişkilerini anlamak, sadece iki değişken arasında korelasyon tespit etmekten çok daha fazlasını gerektirir. “Korelasyon, nedensellik değildir” ilkesinin gündeme bu kadar sık gelmesi tesadüf değil; pek çok politika veya uygulama, yanlış yorumlanan korelasyon verilerinin kurbanı olabilir. Bilim dünyasında özellikle uzun dönemli ve deneysel araştırma tasarımlarının (örneğin boylamsal çalışmalar, kontrollü deneyler) neden–sonuç ilişkilerini sağlam bir şekilde kurmak için kritik olduğu defalarca vurgulanır.
Farklı Gruplardaki Farklı Etkiler: Örneğin, bir eğitimi programının herkeste aynı etkiyi yaratması mümkün değil. Tam da bu yüzden, makine öğrenmesi yöntemleriyle desteklenen “causal trees3” gibi teknikler, hangi nüfus grubunun nasıl bir fayda (ya da zarar) gördüğünü tespit etme işini kolaylaştırıyor. Belki program, düşük sosyoekonomik düzeydeki katılımcılara daha fazla yarar sağlarken, başka bir alt grup için aynı etkileri yaratmıyor. Bu tür farklılaşmaları görmek, hem politikaları hem de uygulamaları daha iyi tasarlamak açısından büyük önem taşıyor.
Duyarlılık Analizi ve Varsayımların Sınırları: Ne yazık ki, hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın “tamamen kusursuz” bir deney ya da saha çalışması tasarlamak her zaman mümkün olmayabilir. Özellikle “gözlenemeyen karıştırıcılar” dediğimiz, sonuçları perde arkasından etkileyebilecek değişkenler, araştırmacıların en zorlu düşmanı konumunda. Son zamanlarda araştrmacılar, bu noktada duyarlılık analizinin geldiği yeni seviyeye dikkat çekiyor. Yani, “Eğer kritik bir varsayım geçerli olmasaydı, elde ettiğimiz sonuç ne kadar değişirdi?” sorusuna daha net cevaplar verebiliyoruz. Bu da, araştırmacıların politika önerileri veya model çıkarımları yaparken daha temkinli ve bilinçli davranabilmelerini sağlıyor.

Nedensel ilişkileri keşfetmek ve bunları doğru yorumlayabilmek, sosyal bilimlerin belki de en önemli hedeflerinden biri. Elbette elimizdeki, benim de uygulama kitabını yazdığım Nitel Karşılaştırmalı Analiz gibi istatistiksel araçlar ve makine öğrenmesi teknikleri giderek daha sofistike hâle geliyor. Ancak bu araçların doğru soruları sorabilmek, varsayımları titizlikle test edebilmek ve farklı grupların farklı ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmak için kullanılması gerekiyor. Aksi takdirde, sadece büyük verinin ya da karmaşık modellerin cazibesine kapılıp, yanıltıcı sonuçlara varmak işten bile değil.

4. Mekânsal Analiz ve Sosyal Ağlar

Sosyal bilimlerde, insan davranışının sadece bireysel özellikler veya demografik faktörlerle açıklanamayacağı, aynı zamanda yaşadığımız fiziksel ve sosyal çevrenin de büyük rol oynadığı giderek daha fazla kabul görüyor. Mekânsal analiz, işte tam da bu noktada devreye girerek, coğrafyanın birey ve topluluklar üzerindeki etkisini detaylı bir şekilde incelememize olanak tanıyor.
Coğrafi Bağlamın Önemi: Bir mahallenin altyapı imkânları, ulaşım ağları veya çevre kirliliği düzeyi, o bölgede yaşayan insanların sağlığından refah düzeyine kadar pek çok unsuru etkileyebilir. Örneğin, spor alanlarının yetersiz olması fiziksel aktiviteyi azaltırken, iyi planlanmış kamusal alanlar ise komşuluk ilişkilerini güçlendirebilir. Mekânsal analiz teknikleri sayesinde, bu tür bölgesel veya mahalle düzeyindeki özelliklerin insanlar üzerinde nasıl bir fark yarattığını görmek artık çok daha kolay.
Meso-Geography ve Kentsel Gözlemevleri: Çalışmaları sadece bir sokak ya da tek bir şehir bütünü üzerinden yürütmek yerine, bu iki uç noktanın arasında konumlanan “meso” seviyede yürütmenin önemi giderek artıyor. “Meso-geography” yaklaşımı, yerel değişkenlikleri göz ardı etmeden daha geniş ölçekli dinamikleri de yakalayabilmemizi sağlıyor. Özellikle “kentsel gözlemevleri” sayesinde, şehirlerin nabzını gerçek zamanlı olarak tutmak mümkün. Ulaşım akışından hava kalitesine, sağlık verilerinden enerji kullanımına kadar pek çok veri, sensörler aracılığıyla toplanıp analiz edilebiliyor. Böylece, yerel yönetimler veya ilgili kurumlar, en güncel ve somut verilere dayanarak kararlar alabiliyor.
Sosyal Mekânsal Ağlar (SSN): Bir başka heyecan verici gelişme ise coğrafyanın sosyal ağlarımızı nasıl etkilediğini anlamaya yönelik yeni yöntemler. EdgeScan gibi teknikler, insanların hangi fiziksel konumlarda etkileşime geçtiğini, hangi bölgelerde sosyalleşmenin daha yoğun olduğunu ortaya koyabiliyor. Örneğin kırsal kesimde, nehirler veya dağlar gibi fiziksel engeller sosyal etkileşimi şekillendirirken; kent merkezlerinde ise ulaşım ağı, toplu taşıma veya iş merkezlerinin dağılımı bu etkileşim ağlarını etkiliyor. Bu tür mekânsal sosyal ağ haritaları, yerel yönetimlerden sivil toplum kuruluşlarına kadar pek çok alanda yol gösterici olabilir. Örneğin, kentin belirli semtlerine park veya kütüphane inşa edilmesi, toplumsal bağları güçlendirebilir; sağlık hizmetlerinin erişim noktalarının yeniden planlanması, yetersiz kalmış bölgelerde yaşam kalitesini artırabilir.

Mekânsal analiz ve sosyal ağ kavramlarının bir arada ele alınması, insanların sadece kim olduklarını değil, nerede yaşadıklarını ve çevreleriyle nasıl etkileşime geçtiklerini de derinlemesine anlamamızı sağlıyor. Meso seviyedeki yaklaşımlar ve yeni nesil kentsel gözlemevleri, daha akıllı şehirler ve daha sağlıklı topluluklar için büyük bir potansiyel barındırıyor. Sosyal mekânsal ağ analizleri de politika yapıcılar ve araştırmacılar için adeta bir yol haritası işlevi görüyor. Bu sayede, coğrafi faktörlerin toplumsal hayatımıza ve refahımıza nasıl yön verdiğini, çok daha net bir şekilde ortaya koyabiliyoruz.

5. Yapay Zekâ ve Veri Analizi

Son yıllarda sosyal bilimlerde yapay zekânın (YZ) yükselişi, sıradan bir trend olmanın ötesinde, köklü bir dönüşüme işaret ediyor. Artık YZ, araştırmacıların elinde sadece bir tahmin veya sınıflandırma aracı değil; deneyin tasarım aşamasından veri toplama sürecine, katılımcılara otomatik dürtme göndermeye kadar pek çok basamakta aktif rol oynayabiliyor.
Önyargı ve “Halüsinasyon” Riski: Büyük dil modelleri (LLM) gibi YZ sistemleri, veri setlerinde mevcut olan önyargıları aynen kopyalayabiliyor veya abartılı bir şekilde yeniden üretebiliyor. Dahası, bazen “gerçek” olmayan bilgileri de uydurabiliyorlar—bu duruma “halüsinasyon” deniyor. YZ teknolojilerinin araştırma tasarımlarına büyük katkısı olmakla birlikte, bu tür riskleri göz ardı etmenin uzun vadede güvenilirliği tehlikeye atabileceğinin altını çizebilirim. Yani, sorumluluk ve şeffaflık ilkeleri hem araştırmacılar hem de geliştiriciler için her zamankinden daha önemli hâle geliyor.
YZ ve Verinin Bulanık Sınırı: Veri analizi dünyasında, eksik gözlemleri tahmin etmek veya hatalı değerleri düzeltmek uzun zamandır bilinen bir uygulama. Ancak YZ algoritmaları güçlendikçe, “ham veri” ile YZ’nin ürettiği tahminler arasındaki sınır giderek bulanıklaşıyor. Bu, bir yandan analistlere daha geniş imkânlar sunarken diğer yandan da “Elimizdeki bilgi ne kadar ‘gerçek’, ne kadar ‘tahmin’?” sorusunu gündeme getiriyor. Gelecekte veri setlerinde hangi kısımların insan gözlemine, hangilerininse YZ tahminine dayandığını anlamak iyice zorlaşabilir. Bu da, özellikle karar verici konumundaki kişiler için kritik bir zorluk oluşturacaktır.

YZ, sosyal bilimlerin veri toplama ve analiz yöntemlerini temelden dönüştürme potansiyeline sahip. Ancak bu dönüşüm, aynı zamanda önyargı, “halüsinasyon” ve veri bütünlüğünü gölgede bırakabilecek diğer sorunları da beraberinde getiriyor. Araştırmacılar, bu sorunlarla baş edebilmek için YZ sistemlerini daha şeffaf ve sorumlu bir şekilde tasarlama, verinin kalitesini her aşamada gözetme ve algoritmalardan gelen çıktıları titizlikle denetleme zorunluluğuyla karşı karşıya. Böylece, YZ’nin vaat ettiği avantajları en üst seviyede kullanırken, muhtemel tuzaklardan da korunmak mümkün olacak.

6. Sensörler ve Diğer Teknolojiler

Günümüzde sosyal ve davranış bilimleri, yepyeni veri toplama ve analiz yaklaşımlarıyla hızla dönüşüyor. Akıllı saatlerden SMS anketlerine kadar pek çok araç, artık araştırmalara entegre biçimde kullanılabiliyor. Peki, bu kadar farklı kanal ve teknolojiden gelen verileri nasıl yönetebilir, nasıl anlamlandırabiliriz?
Sürekli ve Gerçek Zamanlı Ölçüm: Giyilebilir sensörlerin sunduğu olanaklar, özellikle sağlık ve davranış bilimleri açısından adeta bir devrim niteliğinde. Uyku kalitesinden stres seviyesine, kalp atış hızından günlük adım sayısına kadar birçok veri, artık günlük hayattan otomatik olarak toplanabiliyor. Elbette bu kadar zengin bir veri kaynağını işlemek ve anlamlandırmak kolay değil. Veride gürültü, eksiklikler veya tutarsızlıklar olabiliyor; ayrıca farklı cihazların ölçüm standartları arasında da uyumsuzluklar çıkabiliyor. Buna rağmen, gerçek zamanlı veri toplamanın sağladığı içgörüler, uzun vadede hastalıkları önleme veya erken tespit etme gibi kritik alanlarda büyük umut vadediyor.
Yeni Anket İletişim Yöntemleri: Sosyal bilimciler için anket hâlâ en temel yöntemlerden biri. Ancak çağımızın hızla değişen iletişim araçları, anket sürecini de dönüştürüyor. Örneğin SMS yoluyla anket daveti göndermek, klasik posta veya e-posta yöntemlerine göre daha hızlı sonuç verebilir. Üstelik çoğu insan telefonunu gün içinde sürekli yanında taşıdığı için, geri dönüş hızı da yüksek olabiliyor. Yine de herkesin telefon üzerinden anket doldurmaya eşit derecede istekli olmadığını unutmamak gerekiyor. Bu yüzden, ankete katılımı artırmak için birden fazla kanal (SMS, e-posta, sosyal medya, telefon) kullanmak önemli bir strateji olarak öne çıkıyor.
Veri Bağışları: Bir diğer ilgi çekici yaklaşım ise insanların sosyal medya hesapları veya internet tarayıcı verilerini doğrudan araştırmacılarla paylaşması, yani “veri bağışı.” Avrupa gibi bazı bölgelerde hukuki düzenlemeler bu tür bağışları teşvik ediyor. Ancak konu, etik ve hukuki boyutuyla oldukça karmaşık. Katılımcının gerçekten neye onay verdiğini bilmesi ve verinin nasıl kullanılacağına dair şeffaf bir bilgilendirme yapılması büyük önem taşıyor. Aksi hâlde, veri paylaşımlarının sorgulanması ve kamuoyu nezdinde güvensizlik oluşması kaçınılmaz olabilir.

7. Veri Koruma ve Yayınlama

Teknolojinin bu kadar hızlı gelişmesi ve veri kaynaklarının çeşitlenmesi, gizlilik ve veri güvenliği konularını da aynı hızda ön plana çıkarıyor. Büyük veri setlerinde, katılımcıların veya kurumların tanınmaması için çeşitli yöntemler kullanılıyor. Bunlardan biri de “diferansiyel mahremiyet4.” Bu yöntem, veriye kasıtlı olarak eklenen gürültü sayesinde kişilerin kimliklerinin tespit edilmesini zorlaştırıyor. Resmî istatistik kurumlarının da benimsediği bu yaklaşımın avantajları ve zorlukları vardır. Özellikle çok boyutlu (çok değişkenli) verilerde, mahremiyet ile veri doğruluğu arasında hassas bir denge bulunması gerektiği vurgulanır. Zira, ne kadar çok gürültü eklenirse sonuçlar o kadar belirsizleşiyor; ne kadar az gürültü eklenirse anonimlik riske giriyor.

Ayrıca bilimsel araştırmalarda açık veri kavramı, şeffaflık ve iş birliği için harika fırsatlar sunuyor. Ancak ne yazık ki, kamuya açık veri setleri yüksek gizlilik ihlali riski barındırabiliyor. Bu yüzden, “veri enklavları” adı verilen güvenli araştırma merkezleri veya yapay/sentetik veri setleri gibi alternatifler gündemde. Veri enklavları, araştırmacılara korunaklı bir ortamda hassas verilere erişim imkânı sunuyor. Veri enklavları, araştırma özgürlüğünü korurken, veri güvenliğini de garanti altına alan modern çözümlerden biridir. Özellikle açık veri ile gizliliğin çatıştığı alanlarda oldukça etkili bir yöntemdir.

Yapay veya sentetik veri setleriyse, gerçek verinin istatistiksel özelliklerini koruyacak şekilde oluşturuluyor; böylece kişisel bilgiler açığa çıkmadan analiz yapmak mümkün olabiliyor. Bunun yanı sıra sensörler, mobil uygulamalar ve farklı iletişim kanalları sayesinde sosyal bilimlerde veri toplama yöntemleri baştan aşağı değişirken, bu verinin korunması ve yayınlanması da hiç olmadığı kadar kritik bir boyut kazanıyor. Gerçek zamanlı ölçümlerin derin içgörüleri, SMS anketlerin pratikliği ve veri bağışlarının zenginleştirdiği büyük veri dünyası, beraberinde ciddi gizlilik ve etik sorumluluklar getiriyor. Farklı teknolojileri etkin şekilde kullanırken, veri gizliliği ve mahremiyetini koruyan yöntemleri en baştan planlamak, hem araştırmacılar hem de katılımcılar için en güvenli yol olarak öne çıkıyor.

Sonuç

Tüm bu konular, sosyal bilimleri yepyeni bir boyuta taşıyor. Araştırma yöntemlerim, veri toplama stratejilerim ve etik yaklaşımım her gün biraz daha gelişiyor. Benim için en önemli nokta, teknolojinin sağladığı fırsatları değerlendirirken toplumsal güveni ve etik ilkeleri hiçbir zaman ikinci plana atmamak. Mahremiyet ve şeffaflık, bu işin olmazsa olmazı. Sosyal bilimlerin geleceğinin, yapay zekâ, mekânsal analiz, gerçek zamanlı veri toplama ve sağlam nedensellik yöntemlerinin iç içe geçtiği bir dünya olduğuna inanıyorum. Bu dünyayı inşa ederken, katılımcılara saygı duyan, sorumluluk bilinciyle hareket eden bir bilimsel yaklaşım benimsemenin kritik olduğunu düşünüyorum. İşte o zaman, nicel ve nitel yöntemlerin ortak gücüyle gerçekten “anlamlı” içgörülere ulaşabiliriz.

Kaynaklar

Aşkun, V. (2023). Sosyal bilimler araştırmaları için CHATGPT potansiyelinin açığa çıkarılması: Uygulamalar, zorluklar ve gelecek yönelimler. Erciyes Akademi, 37(2), 622-656.

Aşkun, V. (2023). Örneklerle yapay zeka ve insan kaynakları yönetimi. Kamu ve özel sektör boyutuyla insan kaynakları yönetimi2, 215-43.

Aşkun, V. (2024). ChatGPT gibi üretken yapay zekalar ile insan kaynakları yönetimi etkileşimi: Daha
fazla çalışma için görüşler ve yollar. Turkish Studies – Economy, 19(2), 679-699.

Aşkun, V. (2024). Yapay zekâ ve otomasyon çağında eşitlik ve refah: Daron Acemoğlu’nun görüşlerine dayalı bir inceleme. Bozok Sosyal Bilimler Dergisi3(2), 137-160.

Aşkun, V. (2025). Sosyal Bilimlerde Nitel Karşılaştırmalı Analiz: Vaka Temelli Nedensellik ve Bulanık Küme Yaklaşımı. Pegem Akademi.

Birch, K. (2023). Data enclaves. Cham: Springer Nature Switzerland.

Çizel, R., Aşkun, V., & Çizel, B. (2022). Sosyal bilim araştırmalarında bulanık küme nitel karşılaştırmalı analiz yönteminin kullanımı. İstanbul University Journal of Sociology42(2), 549-588.

James, P. 2024. (The First) Ten Years of the Newcastle Urban Observatory: 4000 sensors, 20 billion data points. Evidence for change. Data for Everyone. Newcastle University Open Research Case Study.

Kim, J. S., Asher, C. A., Burkhauser, M., Mesite, L., & Leyva, D. (2019). Using a sequential multiple assignment randomized trial (SMART) to develop an adaptive K–2 literacy intervention with personalized print texts and app-based digital activities. AERA Open5(3). https://doi.org/10.1177/2332858419872701

Kroska, E. B., Hoel, S., Victory, A., Murphy, S. A., McInnis, M. G., Stowe, Z. N., & Cochran, A. (2020). Optimizing an acceptance and commitment therapy microintervention via a mobile app with two cohorts: Protocol for micro-randomized trials. JMIR research protocols9(9), e17086.

Milkman, K. L., Gandhi, L., Patel, M. S., Graci, H. N., Gromet, D. M., Ho, H., … & Duckworth, A. L. (2022). A 680,000-person megastudy of nudges to encourage vaccination in pharmacies. Proceedings of the National Academy of Sciences119(6), e2115126119.

National Academies of Sciences, Engineering, and Medicine. 2025. Future Directions for Social and Behavioral Science Methodologies in the Next Decade: Proceedings of a Workshop—in Brief. Washington, DC: The National Academies Press.

Rapp, A., Curti, L., & Boldi, A. (2021). The human side of human-chatbot interaction: A systematic literature review of ten years of research on text-based chatbots. International Journal of Human-Computer Studies151, 102630.

Sharifi, A. (2019). Urban form resilience: A meso-scale analysis. Cities93, 238-252.

Dipnotlar

  1. Opt-in” terimi, bir kişinin gönüllü olarak belirli bir programa, listeye veya hizmete katılmayı kabul etmesi anlamına gelir. Online opt-in paneller ise bireylerin kendi rızalarıyla bir anket platformuna kaydoldukları, genellikle çeşitli konularda anketlere katıldıkları dijital veri toplama sistemleridir. Bu sistemlerde bireyler: Kendi istekleriyle bir platforma kayıt olur (örneğin e-posta adresi ya da sosyal medya hesabı ile), Belirli konularda anketlere katılır, Genellikle küçük ödüller, puanlar ya da çekiliş hakkı gibi teşvikler alır. ↩︎
  2. Kalibrasyon ağırlıklandırması, anket verisindeki bazı grupların (örneğin yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi) toplumdaki dağılımlarıyla uyumlu hâle gelmesi için her katılımcıya bir ağırlık verilmesi anlamına gelir. Amaç: örneklemin, evrenin (nüfusun) bazı bilinen özelliklerini daha iyi temsil etmesini sağlamak. Nasıl Çalışır? Örneğin: Elinizdeki veride %30’u 60 yaş üstü katılımcıysa, oysa toplumda bu oran %15 ise,
    60 yaş üstü katılımcıların ağırlığı düşürülür (etkisi azaltılır), eksik kalan genç yaş grubunun ağırlığı artırılır. Bu işlem, genellikle resmi istatistikler (nüfus sayımı, TÜİK vb.) ile anket verisi karşılaştırılarak yapılır. Ne Zaman Kullanılır? Olasılık temelli olmayan örneklemler (örneğin online anketler), düşük cevap oranı olan çalışmalar, katılımcı profili toplumdan sapma gösterdiğinde. Amaç Ne? Gerçekten temsil gücü düşük bir veriyi, toplumun gerçek yapısıyla istikrarlı biçimde hizalamak. Bu sayede analiz sonuçlarının daha güvenilir ve genellenebilir olmasını sağlamak. ↩︎
  3. Causal trees, klasik karar ağaçlarına benzer şekilde çalışır; ancak amacı sınıflandırma yapmak değil, nedensel etkilerin (örneğin bir eğitim programının başarıya etkisi gibi) bireyler veya gruplar arasında nasıl değiştiğini keşfetmektir. Nasıl çalışır? Veri setindeki bireyler özelliklerine göre dallara ayrılır (örneğin yaş, gelir düzeyi, eğitim seviyesi). Her dalda (yani alt grupta), müdahale alanlarla almayanların sonuçları karşılaştırılır. Böylece heterojen etki (treatment effect heterogeneity) yani tedavi/müdahale etkisinin gruptan gruba nasıl farklılaştığı ölçülür. Neden önemlidir? Sosyal bilimlerde genelde “müdahale işe yarıyor mu?” diye genel bir etki ararız. Ama causal trees şunu sorar:
    “Müdahale kimlerde işe yarıyor, kimlerde yaramıyor?” Bu da daha hedeflenmiş ve adil politika ya da programlar geliştirmeye olanak sağlar. Nerelerde kullanılır? Eğitim programlarının etkisini değerlendirmede, Sosyal yardımların farklı gruplardaki etkisini analiz etmede, Sağlık davranışları üzerindeki müdahaleleri anlamada, Adalet, istihdam gibi alanlarda farklı tepkileri çözümlemede ↩︎
  4. Diferansiyel mahremiyet, bir veri kümesine bir kişinin verisi eklenmiş ya da çıkarılmış olsa bile, yapılan analizlerin sonucunun önemli ölçüde değişmemesini garanti eder. Yani, bir bireyin verisinin sisteme dahil olup olmadığı asla kesin olarak anlaşılamaz. Nasıl çalışır? Veri analizlerine bilinçli olarak “gürültü” (noise) eklenir. Bu gürültü: Bireysel verileri maskelemek için kullanılır, Toplamda güvenilir analiz sonuçları verir, Ama birey düzeyinde bilgi sızmasını engeller. Ne işe yarar? Gizlilik sağlar: Kişisel verilerin ifşa edilmesini önler. Açık veri paylaşımını kolaylaştırır: Kamusal veri setlerinin güvenli biçimde sunulmasını sağlar. Yasal uyum sağlar: GDPR gibi veri koruma düzenlemelerine uygunluk açısından avantaj sağlar. Nerelerde kullanılır? Resmî istatistik kurumlarında (örneğin ABD Sayım Bürosu), Teknoloji şirketlerinde (Google, Apple gibi firmalar kullanıcı verilerinde), Sağlık, eğitim ve kamu hizmeti alanlarında. ↩︎

Buralarda Paylaş

Yorum gönder

You May Have Missed